OAN Health

İhtiyaçlarımızın Sesi

Hayata bir başkasının bakımına ihtiyaç duyarak geliriz. İnsan yavrusunun öz bakımını kendi başına giderebilecek yaşa gelmesi, diğer tüm canlılara göre çok daha uzun sürer. 

Bizler yavaş bir biçimde adım adım kendi bakımımızı üstlenmeyi, ihtiyaçlarımızı gidermeyi öğreniriz.

İnsan psikolojisi, zihinsel süreçleri ve olaylarla başa çıkma stratejileri ise son dere karmaşıktır.

15-16 yaşındaki bir genç, gelişim açısından düşündüğünüzde aslında kendi başına acıktığını anlayıp yemeğini hazırlayabilir, odasının kirlendiğini fark edip odasını temizleyebilir ya da temiz çamaşırının kalmayacağını görüp, tüm çamaşırları kirlenmeden çamaşırlarını önceden yıkayabilir.

Gelin görün ki pek çok genç böyle davranmaz. Tüm bunları yapacak yetkinlikte oldukları halde, ailelerinin ısrarlarına rağmen bu sorumlulukları görmezlikten gelip, çeşitli bahanelerle “sorumluluktan” yakalarını sıyırmaya çalışırlar.

Yaşımız kaç olursa olsun kendi sorumluluğumuzu ele almamız bizi yetişkin yapar. Yetişkinlik, kronolojik yaşımızdan ziyade kendimize ve sorumluluklarımıza yaklaşımımız ile ilgilidir.

Çalışma hayatında olabilir, para kazanabiliriz. Bir eşe ve çocuklara da sahip olabiliriz. Dışardan bakıldığında güçlü, sorumluluk sahibi bir yetişkin gibi görünebiliriz.

Ama kendimizle, bedenimizle kurduğumuz içsel bağlantı koptuğunda, bedenimizden, ruhumuzdan gelen ihtiyaçları görmezlikten geldiğimizde tüm her şey sadece dış görüntüden ibaret kalır.

Korkmadan, ertelemeden, şefkatle, yüzünü kendi ihtiyaçlarına çevirmek ise işte yetişkin olmanın ana koşulu. Kendi ihtiyaçlarımızla bağ kurabilmek için ihtiyaçlarımızın ne olduğunu net olarak görebilmemiz önemli. Çünkü ihtiyaçlarımızın ne olduğu konusunda yanılabiliyoruz.

Nasıl mı?
İsteseniz gene çocuk örneğine devam edelim…

Parkta oynayan çocuğunuz huzursuz, agresif ve tatminsiz. Oynadığı oyuna devam etmek istemiyor, hırçın ve ısrarcı bir biçimde diğer parka gitmek istiyor. Oysa yorulmuş ve uykusu gelmiş. Normalde oyun oynamak çok sevdiği bir şey olduğu için ondan vazgeçmek istemiyor ama ihtiyacı olan şey dinlenmek ve uyumak. Ebeveyn olarak böyle durumlarda yaptığımız şey, çocuğumuzun isteklerine uymak yerine onun gerçek ihtiyaçlarını gidermeye çalışmak olur yani uykusunu almasını sağlarız.

Biz de küçük bir çocuk gibi ihtiyaçlarımızı görmezlikten gelebiliyoruz ya da onları yanlış değerlendiriyoruz. Dinlenmemiz gerektiği zamanlarda çalışıyoruz ya da ekrana gömülüyoruz (hayır ekran dinlendirmez), aktifleşmemiz, harekete geçmemiz gereken zamanlarda da üşeniyoruz… Keni kendimizin ebeveyni olup ihtiyaçlarımızı doğru okuyup karşılamak yerine zihnimizin peşinden, koşullanmalarımızın peşinden sürüklenebiliyoruz.

İnsanın bazen içinde büyük bir huzursuzluk olur. Dışarı çıkmak istemez, içeri girmek istemez, bedenini bir yük gibi taşır. Bir şeyler yemek ister, karar veremez, battaniyenin altında kıvrılmak ister, huzur bulamaz…

Bu iç sıkıntısı aslında bir nimettir, okumamız, anlamamız gereken bir işaret… İçimizde bir huzursuzluk, sıkıntı varsa, bu demek oluyor ki iç sistemimiz ahengini kaybetmiş. Karşılanmayan, belki de görülmeyen bir ihtiyacı var.

Biz huzursuz hissettiğimizde kendimizi iyi ve güvende hissetmek için yaptığımız şeyler aslında o anda yaptığımız şeyler olmayabilir. Bazen, belki de, içimizden gelen huzursuzluk nidaları, konfor alanlarımızdan çıkıp ertelediğimiz, başlamaya korktuğumuz, değiştirmeye üşendiğimiz alanlara çekmeye çalışıyordur. Biz iyi hissetmek adına kendimizi pamuklara sarmaya çalışırken sistem “ Bu değil, bu değil, yapman gereken bu değil” diye sessiz çığlıklar atıyordur.

İç dünyamız duygularımızı yollayarak bize ulaşabiliyor. Mutluluk, huzursuzluk, sevinç, endişe, huzur, tiksinti, neşe hissettiğimizde aslında tüm hallerimiz “görünmeyen bizden” bize birer mesaj.

Bizler genelde duygularımızı iyi ve kötü diye ayırmayı öğrenmişizdir. Gölgeli duygularımızı bir an önce ortadan kaldırmak, onlardan kurtulmak isteriz. Ya da bu hallerimizi görmemek için kendimizi çeşitli ödüllendirilmeler ile oyalamaya çalışırız.

İsteriz ki iyi olalım, mutlu olalım.

Ama kötü hissetmek bir lütuftur. Kıymetini bilmemiz, değerlendirmemiz gereken bir lütuf.

Bir lütuftur çünkü, huzursuzluğumuz derinlerden, karşılanmamış ihtiyaçlardan gelir… Bizden ilgi isteyen, özen isteyen, anlaşılmayı bekleyen ihtiyaçlarımızdan…

Eğer iç huzursuzluğumuz devam ediyorsa burada bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor demek ki. Kendimize doğru; tıpkı bir ebeveynin huysuzluk yapan çocuğunu anlamaya çalışması gibi. “Şımarık bu çocuk” demekle bitmiyor iş.

Kendimizi de duygularımızdan, hissettiklerimizden dolayı zaman zaman şımarık görebiliriz, “Her şeyim var, böyle hissetmek artık şımarıklık”, diyebiliriz.

Ya da elimize büyütecimizi alıp telaşsız, sakin bir biçimde kendimize yakından bakabiliriz.

Tıpkı huysuzlanan bir çocuğa bakarmış gibi.

Ürünlerimiz